Dikkat ! Bu site yoğun miktarda kültür-sanat içerir.
e-mail:kulturcoo@gmail.com

Bir Tatlı Bela: Kar

Kar  bilimsel anlamıyla hava sıcaklığının 0'ın altına düştüğü durumlarda su buharının katılaşıp,küçük buz kristalleri olmasına deniyor.

Sıkıcı bilimsel terimlerden kurtularak,şu soruyu soralım.Kar bize ne ifade ediyor ?

-Eğer çocuksan,karın yağmasını dört gözle beklersin.Keşke şu beyaz şey düşse de sokağa,birde karlar üzerinde oynasak oyunlarımızı dersin.Mesela,kar topu oynayalım,kardan adam yapalım(asla filmlerdeki gibi yapılmaz),mahallenin çatlak teyzesini vuralım kar toplarımıza dersin.



Eğer çocuksan,kar senin için eğlencenin kelime anlamıdır.Şunu hatırlarsınız mutlaka,eğer kar geceden hafif yağıyorsa,''ulan bu kar kesin tutmaz,yarın okul olur offf'' dersiniz.(Tanıdık geldi öyle değil mi ? )Anneniz sabah sizi kaldırır ''Evladım kalk,sokak bembeyaz...Okula da kaldırmadım seni tatilmiş  okullar televizyon söyledi'' der.Her sabah yataktan kalkmak için zorlanan ve   '' 5 dakika daha anne  yaa '' diyen çocuğun,pencereye nasıl koştuğunu görmelisiniz.O perdeyi kaldırıp,''gerçekten yağmışşş,anne hemen yemeğimi yiyeyim,dışarı çıkayım olur mu ? ''.Çocuk  en büyük kozunu oynar annesine karşı ''yemek''...Yemek bittikten sonra hemen montlar,eldivenler giyilir,sokağa koşulur.Sonra sonu gelmez oyunlar başlar kar üzerinde...

Dedim ya kar çocuklar için bir cennettir adeta.



 Eğer yetişkinsen,kar senin için oyun anlamını yitirir ve ona isimler takmaya başlarsın '' beyaz kabus,beyaz çile '' gibi...


Hayatındaki saflık,huzur,eğlence gitmiş;bunların yerini sıkıntı,stres ve geçim derdi almıştır yerini.Geceden dua ederek yatarsın '' Allahım,yarın önemli bir toplantım var,inşallah kar devam etmez '' dersin.Sabah lanet olası telefonunun sesini kısarsın,yüzünü yıkarsın ve korka korka yaklaşırsın pencerenin başına.Perdeyi kaldırıp baktığında gördüğün şey '' beyaz bir kabus''tur senin için.Kafandan binlerce fikir geçer,'' Bu havada arabamla gidemem,acaba toplantıya geç kalır mıyım '' diye düşünüp durursun ve bir de isyan patlatırsın derinden '' Allahım bugün bari kar yağmasaydı,nasıl yetişicem ben şimdi ''.


Büyük ihtimalle toplantına yetişemezsin ve '' beyaz kabus istanbul trafiğini felç etti  '' haberlerini izlersin...


Aslında birkaç fotoğraf yeterli,karın çocuklar ve yetişkinler üzerinde bıraktığı etkiyi.

Karın yağmasını dört gözle beklemeniz dileğiyle...

                                                                                                                  Eren Akdoğan 

0 yorum:

Ho Ho Ho, Mutlu Noeller Dostlar!







25 Aralık itibarı ile Noel haftasına girmiş oluyoruz bildiğiniz üzere. Türkiye için Yılbaşı Gecesi kadar kitleleşmemiş bir olaydan bahsediyor olsak dahi, ülkemizdeki Türk ya da yabancı uyruklu dostlarımız için özel anlamı olan bu haftayı kutlamanın hoş bir fikir olduğunu düşündük. Noel haftasını sevmek ve o ruhu hissetmek için Hristiyan olmanız şart değil. :)
Malumunuz, kişinin zevkine uygun seçilmiş müzik ruhu beslemekle kalmıyor,  aynı zamanda güzelleştiriyor. Konu -Noel-ken bir "En İyi Noel Şarkıları Listesi" yapmasaydık içimizde kalırdı. O halde sizi neşelendireceğine inandığımız şarkılar dizisi geliyor, umarım eğlenirsiniz!


Klasik, klasik, klasik...


Jingle Bell Rock olmadan bu yazı tam olur muydu? Glee versiyonuyla, klasik parça sizlerle.


Frank Sinatra - Santa Claus Is Coming to Town


Santa Baby! "Original Song 1953" Eartha Kitt!

Santa Baby! soft bir yorum ve döneme özgü havasıyla bu listenin favorileri arasında olmayı hak ediyor.



Shakin Stevens - Merry Christmas Everyone

The Beatles havası sadece benim için mi esti bu şarkıda bilmiyorum ve şarkı "Ruh budur!" dedirtti.

Beatles demişken Let it be konseptimize uygun olmayacak ama Let It Snow'a ne dersiniz?


Let It Snow, Let It Snow, Let It Snow People!



Geçen noelde çok duygusal bir şey yaşamamış olmama rağmen şarkıyı dinlerken hüzünlendim. Dinleyip siz de hüzünlenirsiniz ve ben de bu şekilde normal bir insan olduğuma ikna olabilirsem çok güzel olur.


So This Is Christmas - John Lennon 

Tanıdık, güzel sesten bir Happy Christmas! duymak için...

***


Mutlu Noeller!

Gizem Cevizli



2 yorum:

Hristiyanların Nasrettin Hoca'sı: Noel Baba

       
          
Şişman göbeği, tatlı suratı, kar beyazı uzun sakalı, başındaki kırmızı kukuletası, yardımcı küçük elfleri ve her biri 1 beygir gücündeki son model ren geyikli kızağıyla dere tepe dolaşır, noelden bir gece önce çocukların evine eğer mümkünse(geçebilirse) bacadan girip çocukların şömineye astıkları büyük çoraplara ve noel ağacının altına hediyeler bırakır, noel sabahına yakın o müthiş ve havalı "Ho Ho Ho" narası söyledikten sonra ortadan kaybolur. İşte bizim bildiğimiz Noel Baba. Peki kim bu pofidik adam, Hristiyan alemi için anlamı ne ve onlara göre kim Noel Baba? İşte size bildiğim bir rivayet.
          

          Günümüzde Noel Baba'nın Antalya'nın Kaş ilçesinin Kalkan beldesinde bulunan Eskiden Likya'da bulunan Patara şehrinde doğduğuna dair etrafta bir rivayet dolaşmaktadır. Asıl adı Nikola diye geçmektedir. Babası bir buğday tüccarıdır. Peki  ne oldu da bu adam birden Aziz Nikola oldu? Nikola'nın ailesi zengin ve varlıklıdır ki o zamanlar da Likya'nın altın zamanları. Nikola'nın ailesi oldukça hayırsever insanlarmış ve fakir gördükleri kişilere maddi yardımlar yaparlarmış. Daha sonra Nikola doğar ve herkez onun Tanrı'nın ailesine bir armağanı olarak görür. Yani Nikola hayırlı işlerin sonucu ve vesilesiyle Dünya'ya gelmiş hayırlı bir evlattır. Hatta herkes onun bir kurtarıcı olduğunu düşünmeye başlar. Öyle de olur. Nikola yaptığı bağışlar ve hayır işlerinden dolayı insanların aklında ve gönlünde "Fakirlerin Kurtarıcısı" olarak kalır ve birçok olağanüstü olayların baş adamı olur. Yani Noel Baba mucizeler gerçekleştirmeye daha gençlikte başlamıştır.

          
           İlerleyen zamanlarda Nikola'nın annesi ve babası ölür ve kendisine büyük bir miras kalır. Hayat Nikola'ya güzel diyebilirsiniz ama kendisi tüm mirasını hayır işlerinde harcama kararı almıştır. Bu sırada Patara'nın başka bir zengini iflas etmiş ve birden fakirliğin içinde bulmuştur kendisini. Adamın da 3 kızı var ve biri evlenme arifesindeydi. Nikola bu aileye yardım etmek ister ama bakın ki o da yardımın gizli yapılanı hayırlı olanıdır düşüncesiyle bu yardım isteğini direkt olarak adama belli etmez. Aklına bir fikir gelir ve bir gece adamın evinin çatısına çıkıp, bir kese altını kızın odasının camından içeri atar ve oradan uzaklaşır. Tabiki sabah altınları bulan kız sevinçten ne yapacağını şaşırır.
             
          

          Nikola daha sonra Kudüs'e hacca gider. Evet artık Nikola bir hacı. Tabi bu esnada Nikola mucizelerde baş rol almaya devam eder. Dönüşünde bindiği gemi duası sayesinda batmaktan kurtulur, hatta bir dizi insanı ölüyken diriltir. Nikola bir süre sonra Myra'ya göç eder. Fakat gittiği yerde baş rahip ölmüştür ve yerine kimin geçeceğine karar veremişlerdir. İşte Nikola burada gösteriyor Nasrettin hocalığını ve sabah kiliseye ilk varan baş rahip olsun diyor. E tabiki Nikola ilk varan olur ve kendisine mucizelerin adamı lakabının verdiği krediyle baş rahip olur. Nikola orada da boş durmaz, zamanında Myra'yı kıtlık döneminden kurtarmıştır.
                Noel baba yani Nikola, 60'lı yaşlarda ölmüştür. Kendisinin ebedi  uykusunda rahata ulaşması için harika bir lahit yapmışlardır kendisi için fakat Haçlı seferleri sırasında mezarı soyulmuştur hatta kemiklerinden bazıları bile çalmışlardır.Ama kemiklerinin bir kısmı Antalya'da müzede saklandığı söyleniyor. Evet, Noel Baba'nın bazı huylarının ve alışkanlıklarının nereden geldiği az çok belli sanki. Bu kadar insan tarafından sevilmesine de şaşılmamalı sonuçta bizim için ne kadar yılbaşı zamanı kendisiyle eğlendiğimiz ve gırgırını yaptığımız tombul bir amca olsa da, Hristiyan alemi için kendisi "Mübarek" bir adamdır.
                                                                                               Furkan ÖZDEMİR

0 yorum:

Vatan Şairi :Mehmet Akif Ersoy


Bugün (20 Aralık ) Mehmet Akif Ersoy'un 140.doğum günü.Bu önemli günde Mehmet Akif'i hatırlamak ve hatırlatmak gerekir.

-Mehmet Akif Ersoy Kimdir ?
Arnavut baba ve Özbek annenin çocuğu olan Mehmet Akif,1873 yılının Aralık ayında İstanbul'da dünyaya geldi.İlk ve ortaokul yıllarını derslerinde birincilikle bitiren Mehmet Akif,bu süreç içerisinde Türkçe,Arapça,Farsça ve Fransızca öğrendi.Babasının isteğiyle dönemin en donanımlı okullarından olan ''Mülkiye İdadisine '' giden Mehmet Akif,maddi sıkıntılar ve babasının vefatı üzerine okulu bırakmak zorunda kalır.Bir an önce bir meslek edinmek ve yatılı bir okulda öğrenim görmek isteyen Mehmet Akif,o dönem yeni açılan ''Ziraat ve Baytar Mektebi'ne'' kaydolur.4 yıllık eğitim hayatının sonunda Fransızcaya tam anlamıyla hakim,kuranı ezbere bilen bir ''baytar''( veteriner) olarak mezun olur.
Yıllar sonra Mehmet Akif'i yermek adına soru soran vekille aralarında şu diyalog geçer Vatan Şairinin:


Vekil sorar:
-Siz hayvan doktoruydunuz değilmi?

Mehmet Akif'in cevabı ise şöyledir:
-Evet Bir Yeriniz mi Ağrıyor.

-İstiklal Marşı ve Çanakkale Şehitlerine Şiiri:
İstiklal Savaşı döneminde önemli bir rol oynayan Mehmet Akif,meclise Burdur milletvekili olarak girdi.Mecliste başkenti Kayseri'ye taşıyalım önerilerine karşı çıkan,bunun dağılmaya yol açabileceğini savunan Mehmet Akif,Sakarya'da bir savunma hattı oluşturulmasında önemli bir rol oynadı.
Aynı dönemde askerleri cesaretlendirmek adına ulusal bir marş gereksinim duyan meclis,ödüllü bir yarışma düzenler.Birçok yazarın katıldığı yarışmadan herhangi bir eser beğenilmeyince dönemin milli eğitim bakanı Hamdullah Suphi Bey,Mehmet Akife teklif götürür.Başlangıçta ödül dolayısıyla marş yazmak istemeyen Vatan Şairi,meclisten gelen yoğun istekleri kıramaz ve günümüz İstiklal Marşı'nı kaleme alır.Yarışmanın kazanına verilen 500 lirayı ise çocuklara ve fakir kadınlara meslek öğreten kuruluş olan ''Darülmesai'ye bağışlar.Bütün şiirlerinin yer aldığı ''Safahat''kitabına İstiklal Marşını koymayan Mehmet Akif bu durumu şöyle açıklar : ''Bu şiir bana değil,milletime aittir''.

Çanakkale Şehitlerine şiirini Berlin'de görevdeyken kaleme alır Mehmet Akif.Ne yüce bir yazardır ki savaşı görmeden savaşın bütün ayrıntılarını en güzel bir şekilde kaleme almıştır.

Siroz hastalığına tutulan Mehmet Akif, 27 Aralık 1936'da Beyoğlu'nda vefat etmiş ve Edirnekapı Mezarlığına defnedilmiştir.Cenaze töreninde hiçbir devlet adamı katılmamış,yoğun bir genç öğrenci topluluğuyla uğurlanmıştır sonsuz yolculuğuna.Vatan Şairi ve Milli Şair ünvanıyla alınan bir üstadın,cenaze merasimine devlet yetkililerinin katılmaması kahreden bir durumdur vesselam...

via dunyabulteni.net


Yazımı Mehmet Akif'in şiirlerinin bulunduğu resimlerle bitiriyorum.


                                                                                                    Eren Akdoğan 



0 yorum:

Beş Taş






İnteraktif ortamda bilgi edinmek istediğinizde, kendisi ve eserleri hakkında fazla/yeterli içeriğe ulaşamayabileceğiniz bir şairi tanıtmak istedim size. Kulturco olarak, kadife sesini duyurmuş ancak aşinalığa erişememiş sanatçılara öncelik vermek ideolojimiz sayılır efendim. Umuyorum güzel bir insan ve duruş tanıyacak ve memnun kalacaksınız. 


Hakkında konuşacağımız kişi Mahir Karayazı. Kendisi 1980 İstanbul doğumlu olup asıl adı Mahir Aktaş'tır. Şairimizin genç olduğunu söylemek mümkün, belki de bir süre sonra bu yazı fazla cüretkâr olacak ve tanınıp, kitleleşen sanatçımız için bugün söylenen sözler geçmişin soğuk suratını ısıtacak. Hiç belli olmaz!


Mahir Karayazı ve beş taş'a dair hiçbir fikrim yoktu. Açık konuşmak gerekirse, kitabın inceliği gözümü korkutmaktan ve kitap hakkında düşünmekten beni men ediyordu. Metronun kirli olmayan ancak temiz de denemeyecek camından kendi aksime bakmaktan sıkıldığım an, kitaba ulaştım. Bir şiir okudum. Bir tane daha ve dahası. Gözlerimle takip ederek yakalamaya çalıştığım ruh kırıntıları ve meydana getirdikleri duygu sellerini bir kenara itip, dudaklarımı aralamamı sağlayan şiirden bir kesit sunmak isterim size:

  bak bu benim
     sesim inliyor sonra
     yırtmak için yazmayı seviyorum
     yırtmak için susmayı
     keder ki yol kesiliyor
     anlaşılmamış yazı
     bir dize diğerine çıkıyor
     bir dize sessizliğe çıkıyor
     ben durup ortasında hecenin
     yazmamak için yazanları seyrediyorum
     harfler çoğaldıkça azalıyor sesim
     hepiniz!.. ağzınızı açmadan 
     bağırdınız mı
     ...
     bağıranlar olmalı
                                            olmalı    "

***

Mahir Karayazı size ulaşabildi mi bilmiyorum fakat kitaptaki şiirleri tekrar tekrar okumuş biri olarak bildiğim bir şey var, Mahir Karayazı'yı tanımak isteyeceksiniz. Dizelerindeki 'Çaresizim!' diyen satır altlarındaki güçlü ve umutlu adamı keşfettiğinizde, duygularınızın arasına bir yenisini daha ekleyeceksiniz. Bu yabancı duygunun sizi hiç korkutmamış olması fikriyle ürperip, yeni'ye ve sıcaklık'a kendi tadınızı ekleyeceksiniz. Daha fazla söz yok; alın, okuyun, keyiflenin, yenilenin.


Mahir Karayazı'yı takip etmek istiyorum! Buradan buyrun:
                                                                            Gizem CEVİZLİ

0 yorum:

Korku ile Örülmüş Duvar: Çin Seddi

          Şimdi okuyacağınız yazı, Dünya'nın en eski ve büyük askeri savunma projesi ile ilgilidir. Çin Seddi'nden bahsettiğim oldukça açık sanırım. Evet, başlangıçta Çin Seddi, 20 ayrı Çin krallığının kuzeyden ve batıdan gelen etnik toplumları geri püskürtmek amacı ile kendi krallıklarının etrafını kuşatan setlerden ve burçlardan oluşuyordu. Bundan önce bu krallıklar, birbirleri ile dumanla ve ulak ile irtibat sağlıyorlardı. Tabi bu duvarlardan sonra savunma ve iletişim oldukça kolaylaşmıştı ve artık rahat bir nefes almışlardı. Fakat bir ayrıntıyı unuttular. Yıllardır aralarında yeri gelip sosyal kaynaşma olan(fakat benliklerini kaybetmeyen), yeri gelip tarihlerinde ki en büyük savaşları kendileriyle yaptıkları Türkler'i...
          Duvarın yapısı çok kuvvetli değildir. Yani her bölümü tuğladan yapılmamış, bazı yerleri zayıf ve güçsüz kalmıştır. Ayrıca boy olarak oldukça kısadır. Seddin yıkılmış olan kısımları dışında günümüze 6000 km'lik kısmı sağlam bir şekilde ulaşmıltır.


       

           Zamanında Çinliler'in Türklere işkence yaptığı, birçok savaşlarda karşı karşıya kaldığı tarihi kaynak destekli bir şekilde mevcuttur. Fakat Türkler toparlanır, bağımsızlıklarını kazanırlar ve sayısız müthiş liderler ile tarihin geri kalan yıllarında Çinliler'in korkulu rüyası haline geldiler. Ve artık Çinliler, o kaynağı belli olmayan etnik gruplardan korunma derdini bırakmışlar ve kendilerini Türkler'den korumak için tüm krallıkları bir araya getirip, Çin Seddi'ni birleştirdiler. Öyle korkmuş olmalılar ki, Ekvator'u bile aşan 50.000 km uzunluğunda bir duvar ördüler. İşte burada Türkler'in savaşçı ruhlarına rağmen akılcı mantık ve yaklaşımları devreye girmiş. Atalarımız, istese Çin Seddi'ni aşabilecek durumdayken, önce halkın refahı deyip, İpek Yolu'nu himaye altına almak istemişler ve Çin'i vergiye bağlamışlardır. Fakat elbetteki, bu duvarın muhteşem bir mimari eser olduğu, inanılmaz bir işçi gücüyle yapıldığı ve günümüze uzanmış harika bir eser olduğu gerçeğini değiştirmiyor.


       

           Kısacası, bu heybetli ve yılan gibi kıvrımlı bir şekilde yol almış duvar, Dünya'nın eski savaşlarından çoğuna karşı ayakta durmayı başarmış ve günümüze kadar ulaşmayı başarmıştır. Eğer fırsat bulunursa, kesinlikle gidip görülmesi yerlerden birisi.

                                                                                                  Furkan ÖZDEMİR

3 yorum:

Bir Hafize Anamız Vardı



Geçtiğimiz gün (11.12.2013) Adile Naşit'in ölüm yıl dönümüydü.Biz de kulturco ailesi olarak bu büyük üstadı anmadan geçemezdik...

Kimimiz hafize ana olarak tanır onu,kimisi masalcı teyze olarak bilir bu usta sanatçıyı.Hangi isimle tanırsak tanıyalım,herkesin aklına bir şeyler gelir onun hakkında.

Tiyatro kültürüne sahip bir ailede dünyaya gelen Adile Naşit,genlerinin götürdüğü yere gitmiş ve 1947 yılında yayınlanan ''Yara'' filmiyle izleyicilerin önüne çıkmıştır. Hababam Sınıfı'na gelinceye dek birçok yapımda yer alan Adile Naşit,''Hafize Ana'' karakteriyle halk tarafından seçilmiş ve 1975 yılında yılın annesi ödülüne layık görülmüştür.

via senolsengul

Tek oğlu olan Ahmet'i kaybettikten sonra iyice çocuklara yönelen büyük üstad,daha sonraları Masalcı Teyze olarak bilinmesini sağlayacak olan ''Uykudan Önce'' programının yapımcılığını üstlenmiştir.


1987 yılında bağırsak kanseri nedeniyle hayata gözlerini yuman Adile Naşit,Güdük Necmiyi,İnek Şaban'ı,Damat Ferit'i anasız,masalcı teyzelerini televizyonda göremeyen çocukları yetim bırakmıştır.

Bizi her fırsatta gülümseten kadına,Allah'dan rahmet diliyoruz....
                                                                                                        Editör:Eren Akdoğan

0 yorum:

Apocalyptica



          1993 yılında, Finlandiya'daki bir akademinin 4 kafadar çello öğrencisi, bir gün bir araya gelir ve klasik müzik ile heavy metal müziğin muazzam birleşmesiyle ortaya koydukları bestelerle Dünya'nın her yerine seslerini duyurlar. Yaptıkları ilk besteyi, bitirdikleri akademinin mezuniyet gecesinde çaldılar ve işte; yapılan bu besteye gösterilen muazzam sevinç çığlıkları ve alkışlarının arasından doğdu Apocalyptica.


          
Çello rock tarzını bizlerle tanıştıran Max Lilja, Antero Mannien, Paavo Lotjonen ve Eicca Toppinen, ilk albümleri olan "Plays Metallica By Four Cellos" 1996 yılında çıktığında 250.000 adet sattı.. İlk çıkış için mükemmel bir sayı bu. Buradan grubun ne denli başarılı olduğunu apaçık görebiliriz zaten. Grup ilk albümünde, Metallica'nın parçalarına dört çello ile eşlik ettiler. 1998 yılında  ise içinde yalnızca Eicca Toppinen'nın bestelerinin bulundğu bir albümle sevenlerinin karşısına çıktılar.Grup günümüze kadar başarı üstüne başarı elde etti. Ayrıca kendileri ile yapılan her röportajda, kendilerinin bir Rus müzik bestecisini örnek aldıklarını belirtirler. Grubun bunu her fırsatta belirtmesi ile nereden geldiklerini unutmadıklarını ve usta kişilere olan saygılarını göstermeleri onların inceliğini gösteriyor.                                                 Resim Kaynak: wk




Doksanlı yıllarda Türkiye'de de bulundu Apocalyptica. Tabi diğer ülkelere göre fazla ilgi görememişti o zamanlar. Fakat günümüzde grup hemen herkes tarafından biliniyor ve severek dinleniyor. Şahsen benim favorim "Romance" adlı parçasıdır. Bu grubu dinlemeyen varsa ya da klasik müziği ve rock müziği sade bir şekilde dinleyemeyen; bu harika grubu dinlemekle işe koyulmalarını kesinlikle tavsiye ediyorum. Günümüzde, saymakla bitmeyen düetleri, parçaları ve albümleri ile Apocalyptica; başarıdan başarıya koşmaya devam ediyor.

                                                                                                          Furkan ÖZDEMİR

0 yorum:

3 İdiots















3 İdiots (3 Aptal) ,2009 yılında vizyona girmiş bir Bollywood filmidir.Yönetmen koltuğunda Rajkumar Hirani'nin oturduğu 3 idiots'da baş rolleri Aamir Khan,Kareena Kapoor,Sharman Joshi,Madhavan ve Boman Irani paylaşıyor.


via skydry









İmdb'den 8,3 gibi yüksek bir film alan 3 İdiots,Bollywood yapımı filmler arasında en çok hasılat elde eden film olma özelliğini taşıyor.

Film Hindistan'ın en önde gelen mühendislik üniversitesinden birini kazanan 3 arkadaşın macerasını anlatıyor.Bu macera esnasında bazen kahkahalarla gülebilir,bazen ise gözlerinin dolabilir.

3 İdiots'daki karakterlerin temel özelliklerinden bahsedicek olursak:

Rancho(Aamir Khan),eğitim sistemine karşı baş kaldıran,eğitim sisteminin insanları bilgilendirmekten çok köleleştirdiğine inanan bir tip olarak karşımıza çıkıyor.
Farhan(Madhavan),ünlü bir fotoğrafçı olmak isteyen,ancak babasının zoruyla mühendislik fakültesine gönderilen öğrenci rolünde.
Raju Rostagi(Sharman Joshi) ise,ailesini geçindirmek için mühendis olmak isteyen,sürekli sınıfta kalırım korkusuyla yaşayan bir ''korkak'' öğrenci rolünde.

Bu 3 farklı karaktere sahip olan insanın yolları üniversitede aynı odaya düşmesiyle kesişir ve ilk günden itibaren sıradışı olaylar dönmeye başlar.Fazla spoiler vermeden,internette 3 idiots ile yapılmış capsleri ve ardından filmimizin fragmanını paylaşarak yazımı sonlandırmak istiyorum.

Editör notu: 8,5                                                              Eren Akdoğan

                                                           3 İdiots Fragmanı:



3 İdiots Replikleri :



0 yorum:

Kadınlar Gülmemeli




Muhteşem kapaklı, pembe rengin hakim olduğu çokca kitap almışımdır. İyi kitabın kapağı da iyi olur düşüncesine katılmak istemesem de kitap seçimimi çok satanlar ya da güzel kapaklı kitaplar arasından yapıyordum. Ne kadar da yanlışmış, yanlışmışım. Özgün ve kucaklayıcı, özgür ve yakalayıcı karakteristikteki bir yazarı tanımak şansına erişemeyecektim, kitabı kendim seçseydim.



kitapgalerisi

Kitapçıda güzel kitaplarımı yüklendiğim bir gün bu güzel kitaba denk geldim. Tamamen adı ile dikkatimi çekti. Fotoğraftaki mavi tonun yakalayıcılığı değildi kişiyi cezbeden. Varolan, doğru bir ifadeydi. Kocaman yazıyordu görmek isteyen için. "Kadınlar Gülmemeli". Ne kadar küstahtı. Bir adam gerçekten kadınlarla ilgili bu şekilde konuşabilir miydi? Feminizmden ve abartılarından haberi yok muydu? Kitabını böyle bir adla gerçekten satabileceğini ve pazarda yer edinebileceğini düşünmesi mantıklı mıydı? Belki de adam dalga geçiyordu. Eğleniyordu. Umrunda değildi çünkü. Kadınlar kimdi? Erkek olmadığı an zihinlerde beliren, tamamlayıcı cinsiyet. Bu kadar sinirlenmiştim işte. Bu kadar kızmıştım ama yetmezdi. Adama daha fazla kızmak istiyordum. Mümkünse acımak. Elimdeki kitapların hepsini masaya bıraktım ve kitabın sayfalarında gezinmeye başladım. Bana küstahlığıyla ilgili biraz daha detay vermeliydi. Onu haklı yere eleştirdiğimi, asla suçlamadığımı haykırmalıydı. Rastgele bir sayfa açtım, onu köşeye sıkıştıracağımı biliyordum ve sonra, bir şey oldu. Okumaya başladım.


"Evet. o yıllar hep aynı düşleri görürdün hemen hemen: Evren denizdi, küçük dalgacıklarla başsız ve sonsuz bir deniz. Bildiğimiz güneş ise mavi suların altından doğardı, ama salt değildi; sayısız güneşlerle. İşte sen bu görkemli denizin üstünde uzun uzun saçlarınla v e çırılçıplaklığınla sulara batmadan, güneş ışınlarında yanmadan, dev adımlarla bilmediğin odaklara doğru koşardın. Durup birazcık beklediğinde saçlarının sana kavuşmasına bakardın. Saçların maviydi, deniz maviydi, gözlerin maviydi, her şey maviydi o an." (Kadınlar Gülmemeli-Remzi Karabulut)


Şüphe yoktu. Ortada gerçek bir sevgi vardı. Yalnız ve yalnız betimlenecek hareketler sergileyen bir kadın, bir adam üzerinde bu etkiyi yaratabiliyorsa ve o kadın, artık adam için güzelliklerin tanımlarını değiştirip, kavramları utandırabiliyorsa; doğruydu. Kadınlar gülmemeliydi.

Gizem CEVİZLİ

İlk resim kaynak:visualize.us

0 yorum:

Büyük Özgürlük Fermanı: Magna Carta

          Çevrenizdeki arkadaşlarınıza, ailenize ya da hocalarınıza tarihte insan haklarına dair ilk hazırlanan anlaşmanın ya da yasal kanunun ne olduğunu sordunuz mu bilmiyorum; ama bunun cevabı Magna Carta'dır. 1215 yılında İngiltere kralı John (Yurtsuz John) ile halk arasında imzalanan, halka bazı haklar tanınmasını sağlayan ve kralın yetkilerini kısıtlayan ilk anlaşmadır. Bu anlaşmanın önemi büyüktür fakat anlaşma tüm halk sınıflarını tamamen içine katmıyordu elbette. Asillerin, kralın keyfi ve adaletsizce aldığı kararlara son vermek amacı ile hazırlanmıştır. Sıradan halk tabakası bu anlaşmadan tam anlamıyla faydalanamadı. Halkın hakları yine halkın başındaki baronların kararlarını ve yasalarına bağlıydı; fakat Magna Carta günümüzdeki anayasal sürece geçişte tarihteki en önemli basamaklardan biridir.




          Aslında duruma ve anlaşmaya  baktığımız zaman, Magna Carta'nın vatandaşların özgürlüklerini belirlemekten uzak olduğunu görebiliriz. Yani sonuç olarak kralın yanında halk tarafından oluşmuş bir danışma meclisi yok, ya da benzer bir kanun. Fakat toplum güçleri arasında(baronlar, asiller, dükler, vs.) ve kral arasında bir denge kurmuştur Magna Carta. Kralın yönetme gücünü kendisine Tanrı tarafından verildiği sanması durumu artık halk ve asiller tarafından kanul edilmiyordu. Ayrıca asillerin yanında din adamlarının da bu anlaşmadan pozitif anlamda yararlandıklarını ve kendi söz haklarının arttığını söyleyebiliriz.  




          Kısacası Magna Carta, tarih boyunca diğer ülke ve toplumlara ışık tutan ve halkın kendi haklarını arayabilmesi konusunda bir motivasyon aracı ve yol gösterici olmuştur. Anayasal düzenle yönetilen dünyamızın temelinde bu anlaşmanın kapladığı yer büyüktür.

                                                                                                 Furkan ÖZDEMİR

0 yorum:

70-80'ler Müziğiyle Gelen Aşk -ROCK-



70 ve 80'lerdeki eşsiz müzik... 
Tek bir müzik grubuna ya da sanatçıya odaklanmayı planlıyordum bu yazıda ancak düşündüm de 70-80'ler dediğimiz, güzel müziğe doymuş ve pek çok hiti ve önemli sanatçıların parlama dönemlerini barındırmış şahane ve efsane zamanlar. Tam da bu nedenle bir derleme yapmaya karar verdim.

Eric Clapton-Layla

Aşık olduğu kadına yaptığı bu parçayla Clapton, aşkın yaşanabilir olduğunu düşündürüp, en gerçekçi ve umut vaad eden çalışmalardan birini yapmış olabilir. Clapton'ın bu şarkıyı yakın arkadaşı George Harrison'ın eşi Pattie Boyd'a yaptığı biliniyor. Şarkının başarılı düzenlemesi ve güçlü yorumuyla birlikte vokal-enstrüman uyumu dışında, onu güzel ve ilginç kılan noktalardan biri adının Leyla ile Mecnun'dan geliyor olması. 


Layla- the song linki ile detaylı bilgiye sahip olabilirsiniz, ilgilenirseniz.
  
Cem Karaca-Bu Son Olsun

Cem Karaca için -Türk müziğinde ve Türkiye'deki rock müzik bağlamında değerlendirildiğinde- "mihenk taşı" harici bir yakıştırma, eminim ki yetersiz kalacak. Kültürünü, kitlesine iyi aktarabilmiş ve bunu yaparken rant kaygısına düşmemiş, aynı zamanda da toplumdaki siyasal sorunları ve gidişatı yansıtan eserlerle dinleyicilere ulaşabilmiş bir insan/sanat adamı. Siyasi görüşünü saklamaktan çekinmemesi, yine -subjektif bir değerlendirme ile- bir sanatçı olarak, halkla olan bütünlüğünün açıklanmasında önem teşkil etmekte.
 Bu son olsun

Ek olarak, İşçisin sen işçi kal...


Tamirci Çırağı

Bon Jovi-You Give Love A Bad Name

 Livin' on A Prayer adlı parçalarıyla sayısız insana Tommy ve Gina ikilisinin hikayesi ile umut vermiş bir gruptan söz ediyoruz. Bon Jovi, 90 ve sonrası jenerasyonu için, daha çok "It's My Life" ile tanınıyor olsa da başarılarla ve rekorlarla dolu sanat hayatına sahip bir grup. "You Give Love A Bad Name" şarkısı 80'leri kırıp geçiren eserlerden. Günün modasına ve zamanın gereklerine adapte ve konsantre olmaktaki özenleri için bu grup hatırlanmayı ve saygılı çokca hak ediyor.

You Give Love A Bad Name

-BONUS-

It's My Life (2000)

Tabii ki, efsane ve her duygu ve ruha ayrı yakışan eser,

Livin' On A Prayer
 
Bu sonsuz duraklı yolculuğumuzda bir sonraki yazıda başka türde ve yorumda eserlerle görüşmek üzere.

 Gizem CEVİZLİ

0 yorum:

Bu sitenin hakları Da Vincinin şifreleriyle aynı odada saklanmaktadır. ®