Dikkat ! Bu site yoğun miktarda kültür-sanat içerir.
e-mail:kulturcoo@gmail.com

Black Sails

Yıllardır Amerika'yı keşfeden o "havalı" imparatorlukların kolonileşme ve ticarete hakim olma hikayelerini dinledik, kitaplarda okuduk. İmparatorlukların deniz korsanlarına karşı olan kahramanlık hikayelerini dinlemekten bir hal olduk. Peki hiç korsanların açısından baktık mı bunca tarihi olaya? Korsan dediğimiz o kanun kaçağı, vatan haini ilan edilen insanların nasıl hayata tutundukları ve nasıl bir yaşama sahip olduklarını asla doğru düzgüm şekilde öğrenemedik. Ta ki bu muhteşem dizi ortaya çıkana kadar. Black Sails ile tamamen Atlantik Okyanusu'nda ki korsanların hayatına ve maceralarına bizzat eşlik edeceksiniz. Dizi imparatorlukların arasında sıkışmış olan bu insanların muhteşem mücadelesini inanılmaz bir senaryo ile izleyiciye aktarmayı başarmış.


Başarılı oyuncu performansları, harika kurgu, müthiş prodüksiyon, kaliteli efekt, tarihi bir konuyu ele alan tüm televizyon yapımlarında olmazsa olmazların hepsi bu dizide mevcut. Başrol korsanımız olan Captain Flint, açık denizlerde imparatorlukların ve diğer denizcilerin korkulu rüyası haline gelmiş durumda. Günümüzde Bahamalar'ın başkenti olan, o zamanda İngilterenin kaybettiği ve bir korsan kıyı kolonisi haline gelen Nassau'da, Captain Flint ile can düşmanı Charles Vayne'in tayfası arasında süren ada hakimiyetini ele geçirmeleri dizinin şuanda başlıca konularından birisi. Bir diğer konusu ise; Nassau Limanı'nda yağmalanan malları illegal durumdan legal bir hale getirerek üzerinden kâr yapmayı amaç edinmiş bir hanımımız var. Eleanor Guthrie. Korsanlarımız ticaret gemilerini yağmalayarak ( özellikle altından dolayı İspanyol ticaret gemilerini) Eleanor üzerinden iki taraflı çıkar ilişkisiyle sistemli bir gelir kapısı edinmişler. Senaryo bu kadar anlamlı ve güzelken insanın kendini diziye kaptırmaması elinde değil...


Gelelim bir dizinin kimliği olabilecek niteklikte olan bir diğer özelliğe. Müzik!  Dizinin kendisini iki kat daha keyifli hale getiren müzikleri tam anlamıyla dönemin ruhunıu yaşatıyor izleyiciye. Zaten kullanılan çalgılar o döneme ait olan ve en yaygın kullanılan müzik aletlerinden oluşuyor. Kendinizi o savaş sahnesininde içinde bulmanızı sağlıcak derecede başarılı çalışmalar olmuş. Kısacası dizi, izleyeni hayran bıraktıran, izleyen kişinin başkasına bu dizi hakkında bahsetme gerekliliği hissetmesine neden olucak derecede başarılı bir yapım. Micheal Bay'a bu harika dizi için teşekkür ediyoruz. "Ahoy!" diyerek sizinde kendinizi bu maceranın içinde bulmanız an meselesi... 



                                                                                                             Furkan ÖZDEMİR

0 yorum:

Bir Ankara Polisiyesi: Behzat Ç

Ben iyi bir adam olamadım. Ama kimsenin de adamı olmadım. Hep doğru bildiğim yolda yürüdüm. Ama bugün siz beni yoldan çıkardınız. Kendi yolunuza soktunuz. Bana kendimden utanmayı öğrettiniz. Vicdanımı kirletiniz. Bana bu ödülü o çeteyi çökerttiğim için vermediniz, bana bu ödülü o katili serbest bıraktığım için verdiniz.

Behzat Ç, Türk televizyon tarihinin en farklı polisiyesi. Yayınlanmaya başladığı tarihlerde Arka Sokaklar, Adanalı gibi dizileri izlemek zorunda bırakılan izleyiciye, çölde bir vaha gibi gelmişti. Türk halkına Ankaralı gibi konuşmayı öğretti. Günümüzde ''la'' ''bebe'' gibi sözcükler artık sadece Ankaraya özgü değil. Yine izleyicilerine Ankaragücü ve Gençlerbirliği'ni öğreten bir diziydi. Eminim birçok Ankaralı bu dizinin sonucunda şehrinin takımını tutmaya başlamıştır.

Behzat Ç sıkı bir Gençlerbirliği taraftarı idi.

Behzat Ç, cinayet büroda bir amirdir. Onu diğerlerinden farklı kılan sivri dili nedeniyle sınıf arkadaşları gibi yükselememiş aksine sürekli işinden kovulma riskiyle karşı karşıyadır. Sokakta gördüğümüz polislere benzemez amirim !. Sabah kahvaltısında viski içer ve birası yanından hiç eksik olmazdı. Tam bir Türk babası olan behzat amirim, kızını, abisini, eşini, ekibini sevdiğini belli etmez ancak içten içe onları korur ve sever. Behzat amirimden bahsetmişken tesbihinden bahsetmemek olmaz, milyonlar onun sayesinde tesbih çekmeye başladığını söylemek sanırım yanlış olmaz.


 Zaten bir kadın sevmiyorsa, seviyorum demez. Sevdiği zaman, sevmiyorum dediği olmuştur ama o konuyu kafana takma sen. Lise yıllarımın en okkalı sözüydü bu. Seviyor muydu acaba ? Sevmiyorum demişti halbuki. Neyse kafana takma sen!

Hele bir 78.bölüm gerçeği vardı ki, tam bir monolog. Bölümün tamamı bir gecede geçiyor ve ekip akbabuş'un evinde sırlarını anlatıyor. Rakılar, küfürler, anılar. Tam bir efsane..




Behzat Ç. için ne desek az, amirim benim için aşkın, dostluğun, abiliğin, adamlığın bir simgesidir. Bir pazar günü açın ve en baştan izleyin derim.
Behzat Ç. replikleri için.

14 Maddede Türkiye'nin en samimi dizisi.

Eren Akdoğan

0 yorum:

Bir Osmanlı Polisiyesi: Filinta


TRT'nin Osmanlı dönemini yansıttığı ikinci yapıtı olan Filinta, 19. yüzyıl Osmanlısını en ince detaylarına kadar anlatıyor. Yayımlanmaya başlamadan neredeyse her bilboarlarda, otobüs duraklarında afişini gördüğümüz Filinta bana göre beklentileri karşılamış durumda.

Gerek stüdyosu gerekse görsel efektleriyle oldukça dikkat çeken bir yapıt olan Filintanın, ilk bölümünün yönetmenliğini kendisini Lost ve Prison Break'den tanıdığımız Bobby Roth yaptı.

Dizinin konusuna gelirsek, Filinta Mustafa adlı ana karakterin, Osmanlı dönemlerinde geçen olayları irdeleyerek, suçluları bulması, gizemi çözmesi ve zekasını ustaca kullanması konu ediniyor. Dizi Sultan Abdulmecid zamanında geçmektedir. Dizide Osmanlı gücünü yitirmiş, İngilizlerin ve Fransızların entrikaları altında kaldığını görmek mümkün.

Kadı Gıyaseddin'nin adaleti, Filinta Mustafanın cesareti ve dönemin saray entrikalarının sizinde ilginizi çekeceğinden eminim.

Şimdi izleyeceğiniz videoda Osmanlı döneminin adaletini, Kuran'a bağlılığını görebilirsiniz. Salı günü saat 20.00'da Filinta'yı izleyebilirsiniz.


Eren Akdoğan


0 yorum:

Bir Enstrümandan Daha Fazlası: Kemençe


Vikipedi'nin tabirine göre, kemençe rebap, keman türü yaylı çalgılarla akraba olduğu sanılan, bir yay yardımıyla çalınan üç telli geleneksel halk çalgısının adı olup, klasik kemençe ile karıştırılmasını önlemek amacıyla Karadeniz kemençesi olarak da adlandırılmaktadır.

Bu yazıda sizleri tabirlere, bilimsel açıklamalara, tarihe boğmak istemiyorum. Kemençeyi daha çok imgesel kısmını ele alarak anlatmak istiyorum. Bana göre kemençe demek; koca bir bölgenin, halkın kendini ifade etme şeklidir. Bazen en mutlu anlarda bazen ise en acılı anlarda devreye girer kemençe. Karadenizli bir ağıt yaktığı zamanda vardır o, horon oynarkende...


Çalmasını bilenin en yakın arkadaşı oluverir bir anda. Kemençe üstadı gittiği her yere yanında götürür arkadaşını. Cefakardır da. En kötü zamanlarında hep yanında olur onun. İyi günde milleti horana kaldırırken, kötü günde yakılan bir ağıtla ağlatmasını da iyi bilir. 



Özetle, kemençe yalnızca bir bölgenin enstrümanı değil, bir bölgenin sevdası, aşkı, mutluluğu hüznüdür. Ne mutlu bu sevdayı gönlünde barındırabiline vesselam.

Eren Akdoğan


0 yorum:

Sentinel Kabilesi

          Geçtiğimiz günlerde "Kim Milyoner Olmak İster?" adlı bilgi yarışmasında 125.000 TL değerinde olan bir soru olarak karşımıza çıktı bu kabile. Ancak bu insanların varlığı ve hayat tarzları günümüzde paha biçilmez bir merak konusu olmuş durumda. Aslında kendileri Milat'tan 60.000 yıl önce Afrika Kıt'asını terk eden ilk kabilelerden olarak bilinmekte ve hala o dönemin yaşam tarzıyla hayatlarına devam etmektedirler.






















İnanılır gibi değil ama gerçekten hayret ettirecek cinsten devam eden bir ilk çağ hayatı var burada. Kabile ismini Hint Okyanusu'nun doğusunda küçük bir ada olan Sentinel Adası'ndan alıyor ismini. Hindistan hükümeti bir çabayla ada yerlileriyle iletişim kurmak istemiş ancak sadece yerlilerin oklarıyla muhatap olabilmişler. Hatta bazı balıkçılar adaya geldiklerinde yerliler tarafından öldürülmüş veya yakılmış. Kısacası kabile sakinleri  pek iletişim yanlısı insanlar değil. Yaklaşık 300 kişi olduğu tahmin edilen kabile 21. yy. Dünyası ile tamamen kopuk ve habersiz bir şekilde yaşıyorlar. Hindistan hükümeti de daha fazla iletişim kurmayı denememe kararı almış. Yani bu kabiledeki insanlar günümüzden tamamen izole olmuş bir hayata sahipler. Diğer ilginç bir durum da adada ki kimsenin dış dünyayı merak edip açık denizde yol alacak bir buluşa imzasını atacak bir eylemde bulunmaması. Kendi hayatlarından çok mutlu oldukları aşikâr. Kaldi ki bizim yaşadığımız Dünya'dan daha huzurlu bir hayat yaşadıkları da kesin... Adanın kendi kaynaklarının yetmesinden ötürü olsa gerek bunca yıldır en ufak bir merak duygusu veya iletişim kurma çabası görülmüş değil. Bu nedenle ne dinleri hakkında ne de kültürleri hakkında en ufak bir bilgiye sahip değiliz.


          Esrarengiz ve bir o kadar da ilginç bir hayata sahip olan bu insanlar, gün gelirde modern dünya ile iletişime geçecek olursa, birçok tarihçinin ve bilim insanlarının ilgi odağı olacağı kesin gözüküyor. Şahsi görüşüm; bu insanlar daha 60.000 yıl önce Dünya'nın nasıl berbat bir yer olacağını öngörmüş olmalılar ki, "Yok arkadaş, buralarda durulmaz..." diye düşünüp daha zamanında kendileri soyutlamışlar modern hayattan. Umuyoruz ki ileri zamanlarda daha detaylı bir şekilde Sentinel Kabilesi'ni tanıyabiliriz.


                                                                                             Furkan ÖZDEMİR

0 yorum:

Hayvan Çiftliği

   Uzun bir aradan sonra tüm Kulturco ailesine merhaba! Sizlerden bu kadar ayrı kaldığımız için üzgünüz ancak keyifli yazılarımızla geri döndük ve büyük bir özlemle sizleri kucaklıyoruz!
   Bugünkü yazımız bir kitap değerlendirmesi olacak. George Orwell'ın Hayvan Çiftliği'ni inceleyeceğiz ve umuyorum ki altından kalkabileceğiz.
Uyarı: Değerlendirmeyi kitabı okuduktan sonra okuyunuz. Yoksa bütün eğlencesi kacabilir.



Hayvan Çiftliği, temsili bir hikaye olmanın çok daha ötesine geçen bir amaca hizmet eden bir eser. Kitabın Stalin dönemini ve siyasetini anlatmak ve beraberinde ustaca yermek için yazılmış olduğunu düşünebilirsiniz ancak kitabın en büyük gayesi, insan dediğimiz canlının siyasetteki yetersiz ve gelişimini tamamlayamamış varoluşunu anlatmak ve okur kitlesini geçmiş dönemlerdeki bir başarısızlık başarısı ile ilgili uyarmaktır.
Kitabın karakterlerinden yola çıkmak gerekirse, insan en büyük düşman olarak çıkar sahneye. Hayvanlara kötü davranıyor, güçleri ve sağlıkları yerinde olduğu sürece varlıklarına izin veriyor ve yaz-kış çalışmalarına karşın, hayvanları doğru bir muameleye maruz bırakmıyor. Büyük reis adı verilen domuzun nasihati üzerine domuzların önderliğinde hayvanlar, insanlara (zulme) baş kaldırıp, adını ve tanımını dahi o ana dek bilmedikleri "özgürlük"ü elde ediyorlar. Başta her şey güzelken, zaman içinde domuzların ve daha da önemlisi Napoléon -Stalin temsili- adlı domuzun düzenin nimetlerinden yararlanıp insanların döneminden bile daha zalim ve diktatör bir rejimi oluşturmaları üzerine, hayvan ölümleri çoğalıyor ve hayvanlar muhteşem bir korku imparatorluğunun maskotlarına dönüşüyor.
Son sahne eminim tüylerinizi diken diken etmiştir. Hayvanlar, insanlar ve domuzları bir arada gördüklerinde tepki veremez hale gelirler, zira artık hayvanlar da insanlar gibi görünmeye başlamıştır arkadaşlarını ayırt edemezler. Farkında bile olmadan şu düşünceyi olumlayacaklardır: Bütün hayvanlar eşittir ama bazıları daha eşittir.

                                                                                                                          Gizem CEVIZLI

0 yorum:

Çepniler


Çepni kelime anlamıyla, düşmanı gördüğü yerde savaşan manasına gelmektedir. Oğuzların üç oklar boyuna mensup olan çepniler, Anadoluya ilk gelen aşiretlerden biridir. 1461 Trabzonun fethine kadar olan dönemde, bu bölgenin Türkleşmesinde büyük bir rol sahibidirler. 1277 yılında Trabzon Rum İmparatorluğunu yenerek Sinop'a yerleşen Çepniler, 1301'de de Giresunu alarak yüzyıllar boyu sürecek karadeniz serüvenini başlattılar.

Trabzon Rum İmparatorluğunun ilerlemesini durduran Çepniler, Fatih Sultan Mehmet Trabzonu alana kadar olan süreçte Batı Karadenizin Türkleşmesini sağlamışlardır. Giresun'un daha çok kırsal kesimlerinde yer alan Çepniler, Doğankent, Harşut ve Tirebolu kesimlerine kadar hakim olmuşlardır. Daha sona Osmanlı hakimiyetine giren Çepni aşireti, yaşadıkları yerlere adını vermiştir. Osmanlı kaynaklarına göre Giresun'a vilayet-i çepni denmektedir.

Çepni Aşiretlerinin Bulunduğu Alanlar

Türkmen Safevi İmparatorluğunu Şah İsmail'in kişisel muhafızlarının tamamı çepnilerden oluşmaktaydı. Yine bu durum Cumhuriyetinin kurulduğu ilk yıllarda Atatürk'ün şahsi muhafızlarının Topal Osman önderliğindeki çepnilerden oluşması bu boyun ne kadar cesur, güvenilir ve mert olduğunun bir kanıtı olarak gösterilebilir.

Atatürk'ün Özel Muhafızı Topal Osman Ağa ve birliği

Peştamalleriyle yaylada bulunan çepni kızları.

Bir Giresunlu olarak yıllardır cevaplandıramadığım soruyu bu aralar biraz daha netleştirmiş bulunmaktayım. Gerek örf-adetlerimizle, gerek giyiniş tarzımızla vilayet-i çepniye ait olduğumu düşünüyorum.



Eren Akdoğan

0 yorum:

Şeker Portakalı - Jose Mauro De Vasconcelos


Jose Mauro De Vasconcelos Şeker Portakalı kitabını tanımlarken şu sözleri söyler: 12 günde yazılan ancak yirmi yıldan fazla yüreğimde taşıdığım bir serüvendi. Benim tanımım ise, bir çocuğun hayallerini, umutlarını, mutluluğunu, hüznünü, saflığını anlatan eşsiz bir kitap olurdu.

Kitabı okurken 6 yaşındaki Zeze ile kendinizi bağdaştıracağınız o kadar çok konu bulacaksınız ki, bir anda eski çocukluk günlerinize döneceksiniz. Zeze kitabın bir bölümünde dayısı Edmundo'ya ''Dayıcım içimde bir melek var, şarkıları kendi içimden söyleyebiliyorum'' dedi. Söylesenize hangimiz düşünmedik bu özelliğin sadece bize ait olduğunu. Ve buna dair bir çok öyküde kendinizi bulabileceğinize oldukça eminim.

Kitabın ana karakteri 5 yaşındaki Zeze, (bazen 5 yaşında bazen 6... hangimiz bir an önce büyüdüğümüzü göstermek için büyütmedik ki yaşımızı...) amazon nehrinin kenarında yaşayan hayalleri, umutları, mutsuzlukları olan haylaz bir çocuktur. Ailesi tarafından sürekli dövülen ve çevresi tarafından sürekli azar işiten Zeze, yaşıtlarına göre oldukça zeki ve olgundur.  Kitabın ana hattı Zeze'nin yaşadığı olaylar üzerine kurulmuştur.

Kitaba adını veren Şeker Portakalı fidanı ise zamanla Zeze'nin en yakın arkadaşı ve sırdaşı olacaktır.

Kitap hakkında konuşalacak o kadar çok konu var ki, Portuga, Gloria, Minguinho hepsi birer paragraf anlatılması gereken karakterler ancak kitap hakkında 'spoiler'' vermekten kaçınmak istiyorum.

Ayrıca kitap 2012 yılında filme de çevirildi. Henüz izlemedim, izlemeyi de çok istemiyorum. Hayalimde canlandırdığım Zeze'den, Portuga'dan farklı olacağından korkuyorum.

My Sweet Orange Tree/ IMDB

Editor Puanı: 9.8/10
Idefix.com Puanı: 9.5/10

Kitabı okumanızı şiddetle tavsiye eder, hatta isteyene  de okumuş olduğum kitabı paylaşabileceğimi söylemek isterim.

Eyvallah...

Eren Akdoğan

0 yorum:

Diriliş 'Ertuğrul'


Diriliş Ertuğrul, son dönemlerde popüler olan Osmanlı dizilerinin son örneklerden biri. Dizi, Osmanlı devletinin kurucu boyu olan kayı boyunun yaşadığı serüvenleri içine kattığı ihtiraslarla anlatıyor. Başrollerini Engin Altandüzyatan (Ertuğrul), Kaan Taşyener (Gündoğdu), Serdar Gökhan (Süleyman Şah) ve Esra Bilgiç (Halime) paylaşıyor.

Ertuğrul, Muhteşem Yüzyıl'ın aksine bir kurguyu değil, tarihi gerçekleri doğrudan aktardığını iddaa etmekte. Bende bu konuda başarılı bulanlardanım. Gerek kıyafetler, gerek yaşam tarzı o dönemi doğrudan yansıttığını söyleyebiliriz.

Yayınlandığı gün reytinglerde lider olan dizi, Twitter'da da trend topic olmayı başarıyor.  Aynı zamanda kullanıcıların verdiği oylar neticesinde 9,2 IMDB puanına sahip.

Osmanlı tarihi düşkünü bir birey olarak izlemekten zevk aldığım bu diziyi, kesinlikle tavsiye ediyorum. Gerek müzikleri gerekse içerisinde yer alan aşk,ihtiras, taht tutkusu ve dövüş sahneleriyle sizinde ilginizi çekeceğinize eminim.

Diriliş'in ilk bölümünde yer alan av sahnesi:


Günümüzde Bursaya özgü olarak kabul edilen kılıç kalkan oyunu:

Eren Akdoğan 

0 yorum:

Bu sitenin hakları Da Vincinin şifreleriyle aynı odada saklanmaktadır. ®